Her anne baba ideallerindeki çocuğun yetişmesi için bitmek tükenmek bilmeyen bir çaba gösterir. Çoğu kez düşüncelere dalıp ‘‘acaba çocuğum nasıl birisi olacak?’’ sorusu akıllarına gelir. Kendi adlarına yapmaları gereken her şeyi ortaya koymanın yanı sıra, gözden kaçan bir şeylerin olmaması için de dikkat ederler.
Bu süreçte hep anne babalık rolleri tartışılırken elbette ki çocuğun doğuştan getirdiği mizaç özellikleri de tartışmasız çok önemli bir yere sahiptir. Aile ortamında görülen davranışların içselleştirilmesi için mizaç önemlidir. Yani aile ortamının bilinçaltına yerleşip birtakım davranışlar olarak açığa çıkmasında ‘‘mizaç’’ etkilidir.
Burada gerek çocuğun mizacını şekillendiren gerekse ona dönük tutum ve davranışların oluşmasında anne babalığın renkleri önemlidir. Yıllardır gördüğüm on binleri bulan çocuk, genç ve ailede yaptığım gözlemler, onların genel tutum ve davranışlarındaki gözlemlerimle bu renkleri analiz etme imkanı buldum. Aslında her ailenin temel bir rengi var ve diğer renklerle birleşerek o ailenin yapısını şekillendiriyor. Olumlu renkleri artırmak ve hayatı pozitif renklerle yaşamak için ailedeki herkese görev düşüyor.
Siyah: İçe kapalı, aile içi sınırların çok katı olduğu, sorunların daha çok bireysel çözüldüğü, anne baba ve çocuk arasındaki mesafenin uzak, aşırı disiplin kuralları içeren, otoritenin sürekli hissedildiği, duygu dışa vurumunun çoğunlukla negatif olduğu bir aile ortamıdır. Kuralların mutlak uygulanmak zorunda olduğu ailede bir düzen sağlansa da çoğunlukla bireyler mutsuz ve gergindir.
Lacivert: Siyaha göre daha esnek sınırların olduğu, sadece büyük sorunların ortak çözülmeye çalışıldığı, disiplin kurallarının belirgin olduğu, otoritenin sıklıkla hissedildiği, sıklıkla mesafeli, duygu dışa vurumunun çok az olduğu, otoriter bir yapının sıklıkla hissedildiği bir ortamdır. Bu ailede kurallar çok katı bir şekilde uygulanmaya çalışılır.
Kırmızı: Çoğunlukla kaygılı bir sürecin olduğu, aile üyelerinin birbiri hakkında sürekli endişelendiği, yüksek gerilimin yaşandığı, çabuk sinirlenen bireylerin olduğu, daha çok öfke ve kaygının dışa vurulduğu, heyecanın sık sık yaşandığı aile ortamlarıdır. Aynı zamanda hareketli ve çok değişken bir yapıdır.
Pembe – Turuncu: Sorunların çok konuşulmadığı veya görmezden gelindiği, daha çok bireysel yaşamın ön planda olduğu, ancak herkesin kendini mutlu hissettiği, sorunların bireysel olarak çözüldüğü, duygu dışa vurumunun aşırı olduğu bir tutum şeklidir. Sınırlar gevşek, belirsiz, roller karmaşıktır.
Mavi – Yeşil: Daha çok huzur ve sükûnetin hakim olduğu, sınırların normal seviyede olduğu, rollerin benimsendiği, problemlerin çoğunlukla ortak çözüldüğü, pozitif mesajların sıklıkla hissedildiği, mutlu, huzurlu ve pozitif bir tutum düzeyini içerir. Ailede bireyler ortak bir dinamizm kazanmış ve işleyiş iyi seviyede devam etmektedir.
Bu renklerin hepsinden bir ton almak mümkündür. Ancak hakim olan renk negatif ise bu aile için risk oluşturabilir. Çocuklar için de stresi beraberinde getirir. Mavi ve yeşilin ağırlıklı olduğu, ara sıra kırmızı ve lacivertin yaşandığı süreçler daha çok tercih edilmektedir.
Bu renk yelpazesi sizlere fikir vermelidir. Eğitimde çocuğumuzla aramızdaki sınırlar nasıldır? Tepki şeklimiz otoriteyi hissettirmemiz ne dozdadır? Acaba sorunları onunla birlikte ortak çözebiliyor muyuz? Duygu dışa vurumu nasıl olmalıdır? Tepkilerimiz onun tarafından nasıl algılanıyor? Çocuğumuzun mizacı ortaya koyduğumuz tutumu kabullenebilmiş midir? Anne baba olarak farklı renkleri mi taşıyoruz? Katı disiplinli bir yapımız varsa nasıl değiştirebiliriz?
Aslında sorular uzayıp giderken, çocuklarımızın eğitiminde en önemli konulardan bir tanesinin de kendimizi tanıma sürecinde olduğumuzu fark etmek olduğunu bilmeliyiz. Renkler ne olursa olsun hayatı ve onun akışını elimizden geldiği kadar müspet çerçeveye getirmeye çalışalım. Çünkü çocuk gelişimi sürekli değişen dinamik bir süreçtir. Bu değişimi pozitif yapmak mümkündür.
Evet, şimdi düşünme zamanı… Acaba bu renklerin hangilerinden alıyoruz?
Sonuç: Rengimiz ne olursa olsun onu değiştirmek mümkündür.
‘‘Off yine mi ders…’’
‘‘Off yine mi ders, bugün çalışmasam… Biraz daha TV izlesem olmaz mı?’’ diyerek söylenen çocukları artık daha sık görüyoruz. Ders çalışma veya çalıştırılma konusunda direnç gösteren çocuklar giderek artıyor. Bu çocuklar aslında bizlere bazı sinyaller vermekte, ‘‘bir şeyler yolunda gitmiyor’’ demeye çalışmaktadır.
Okuldaki başarının en önemli göstergelerinden biri de ders çalışmaktır. Eğer çocuklar düzenli bir çalışma alışkanlığı elde edemezse o takdirde sadece başarı değil akademik hayatları da sıkıntıya girebilir. Ders başarısızlığının veya ders çalışmak istememenin onlarca sebebi olabilir. Bunları dikkate alıp çocuğun değerlendirmesini yapmak daha uygun olur.
Ders çalışma isteksizliğinin en sık sebebi ilgi dağınıklığıdır. Çocuklar kendi ilgilerinin peşinden koşarlar. TV’de kendi sevdiği futbol takımını saatlerce izleyen bir çocuk ders çalışma konusunda isteksizlik yaşayabilir veya sevdiği bir konuyu can kulağıyla dinlerken derste sıkılıp başka şeylerle uğraşabilir. Dolayısıyla derse ilginin toplanmasında anne babaya ve öğretmene görev düşmektedir.
Ders konusunda bir diğer önemli nokta ise öğrenmenin sürekli monoton ve zor bir şekilde çocuklara sunulmasıdır. Çocuk dersleri ‘‘zor ve sıkıcı’’ olarak algılamıştır. Bu sebeple daha çok basit konulardan başlayıp biraz dersi eğlenceli hale getirerek anlatmak gerekir.
Dikkat dağınıklıkları ve uygun olmayan teknoloji kullanımı ise günümüzde çok ciddi bir sorundur. Bu sorunu bütün aileler yaşamaktadır. Fazla miktarda görsel ve teknolojik uyaranlara maruz kalmak çocuklarda ilgi ve dikkat dağınıklığına sebep olmaktadır.
Çocukların altta yatan öğrenme güçlükleri yani okuma ve yazma güçlükleri de derse karşı ilgisizlik yapar. Bunun yanı sıra görülmeyen başarı değersizleşir acaba çocuk sınıf içinde veya evde başarısının yeterince takdir edilmediğini düşünüyor olabilir mi? Kalabalık sınıf ortamı, vitamin eksiklikleri, uyku problemleri, kaygı, sınav stresi, uygun olmayan ders çalışma ortamı, gelişim gerilikleri, çocuğun kapasitesinin çok üstünde veya altında kalan müfredat, dinlenmeye yeterince zaman kalmaması da çocukların ders çalışmaktan sıkılmasındaki sebeplerdendir.
En güzeli çocuklarla ilgili yukarıdaki konuları gözden geçirmek ve her çocuğun potansiyelini en güzel şekilde değerlendirebileceği bir eğitim ortamına adapte etmeye çalışmaktır.
Sonuç: Başarısız çocuk yoktur, başarısız görülen çocuk vardır.
Zeki çocuk nasıl belli olur?
Bir arkadaşımın söylediği şu söz bütün anne babalar için önemli bir mesaj içermektedir: ‘‘Hayatımın en kötü günü üstün zekalı olduğumu öğrendiğim gündür.’’ İlginç olarak zekanın insana mutluluk getirmesi hatta birçok kişinin ulaşamadığı yerde olmanın getirdiği bir özgüven olması gerekirken böyle bir stres ifadesi oluşmuştur. Peki neden?
Birçok anne baba çocuğunun çok zeki olduğunu düşünür. Hatta bu konuda birçok test ve değerlendirme yaparak bunu ispat etmeye çalışır. Bu konuda özellikle zekanın çocuklara getirdiği şeyleri pozitife çevirmenin telaşı sarar. Ancak zeki olduğu için strese giren hemen her konuda başarılı olmaya çalışan, başarısızlık korkusu yaşayıp günlük hayatı işkenceye dönen bir çocuk hayatta da mutlu olamaz.
Zeka konusunda söylenecek çok şey olsa da özellikle zeki çocukların nasıl fark edildiğini bilmek önemlidir. Zekayı ölçen IQ (Intelligence Quotient) yani zeka katsayısını belirleyen testler vardır. Bu testler tamamen yüzde yüze yakın sonuç vermez genel olarak bilgi verir. Ruhsal açıdan zekayı değerlendirirken sadece ders başarısı gibi görmemek, kişinin uygulamaya dönük veya sosyal alandaki başarılarına da dönük genel bir değerlendirme yapmak gerekir. Derslerde başarısız bir öğrenci aslında çok zeki olabilir.
Zeka bir hedefe en hızlı, en pratik, en doğru ve en az enerji harcayarak ulaşmanın bir göstergesidir. Bu yeri geldiğinde bir problem çözme yeri geldiğinde bir görevi yerine getirme yeri geldiğinde ise bir yorum yapma şeklinde karşımıza çıkar.
Zeki çocukların gelişim basamakları da daha erken olabilir yürüme, konuşma, tuvalet eğitimi vb. süreçler daha erken görülebilir. Ancak burada erken konuşan çocuk çok zekidir, geç konuşan zeki değildir anlamı çıkarılmamalıdır.
Çabuk kavrama, yaşıtlarından daha ileri bilgi düzeyi, merak, öğrenmeye istek, uygulamalar konusunda iyi beceri gösterme, resim, müzik kabiliyeti, konuşma ve hitabet, spor, ders başarısı, sosyal görevlerdeki başarı, duygusal anlayış, empati, teknik ve görsel yetenekler farklı zeka türleri olarak kendini gösterir.
Dolayısıyla bir çocukta bu zeka türlerinden bir veya birkaçı olabilir. Zeki çocuklar bu alanlarda kendilerini daha üst düzeyde gösterirler.
Zekada diğer önemli kavram ise zekayı artıracak faaliyetlerle onu desteklemektir. Eğer iyi bir aile ortamı, zenginleştirilmiş çevre, huzur ve sakinlik içeren eğitim ortamı, beslenme ve aktivite düzeyindeki denge, zihinsel faaliyetler ve öğrenmeye dayalı dengeli aktiviteler olursa zeka daha da inkişaf eder.
Stres, yetersiz ilgi, görülmeyen başarı, aşırı TV ve bilgisayar oyunları, katkı maddeleri olan gıdaları tüketmek, tek taraflı eğitim, ilk beş yaşta uygun dikkat ve öğrenme süreçlerinin olmaması, tıbbi ve genetik hastalarla beynin etkilenmesi zeka gelişimini kötü yönde etkiler.
Aslında çocuğun zekası ne olursa olsun ona bir stres yüklemeden potansiyelini ortaya koyması ona mutluluk getirecektir. Aksi takdirde zeki ama mutsuz bir çocuk olabilir. Zekaya aşırı odaklanmak ve çocukları da bu şekilde puanlayarak karşılaştırmak etik değildir.
Sonuç: Zeka ancak yerinde kullanıldığı zaman güzellik verir.